Görkem Evci – Savaşlar, ister yenilgi ister zaferle sonuçlanmış olsun, toplumlar için büyük travmalar barındırdığı gibi ulusal kimlik inşasında da önemli bir rol oynar. Savaşların bu rolünü, topluma yaymak, tarihi gelecek nesillere aktarmak için kullanılan en eski ve en etkili yöntemlerden biri ise şüphesiz edebiyattır. Edebiyat, olayları bir tarih ya da haber metninin kuru anlatımı ve soğukkanlı tavrından uzaklaştırarak çok daha kalıcı ve etkili bir biçimde tarihe ve toplumlara mal edebilir. Bu bağlamda Kurtuluş Savaşı da edebiyatın pek çok türünde kedine geniş bir yer bulmuştur.
Kurtuluş Savaşı ile ilgili ilk edebi metinlerin ortaya çıkmasında “Yunan Mezalimini Tetkik Heyeti”nin payı büyüktür. Yunan Mezalimini Tetkik Heyeti, bir diğer adıyla Tetkik-i Mezalim Heyeti, 1921’de Sakarya Meydan Muharebesi’nde yenilgiye uğratılan Yunan Ordusu’nun çekilirken yaptığı kıyımı, bu bölgelerin yakılıp yıkılmasını raporlaştırarak hem iç hem dış kamuoyuna duyurmak için İsmet Paşa’nın emriyle kurulmuştu. Bu maksatla Hâlide Edib Adıvar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Falih Rıfkı Atay ve Mehmet Asım Us gibi yazarlar Ege Bölgesi’nde Yunan Ordusu’nun mezalimini kayıt altına almak için Garp Cephesi Kumandanlığı’na bağlı olarak görevlendirilmişti.
1922’de yayımlandı
Yazarların, heyetle yaptıkları incelemelerdeki tanıklıkları 1922 yılında basılan İzmir’den Bursa’ya: Hikayeler, Mektuplar ve Yunan Ordusu’nun Sorumluluğuna Dair Bir Tetkik isimli kitapta toplandı. Bu kitap resmî bir rapor, içinde yalnızca gözlemlerin bulunduğu “duygu”dan yoksun bir metin değildir. Kitapta heyet üyelerinin Türk edebiyatının önemli yazarlarından oluşmasının doğal bir sonucu olarak hikâyeler de bulunmaktadır. Bazı metinlerde hikâye ve anı gibi türler iç içe geçmiştir. Bu kitap, özellikle kendisinden sonra gelecek “Kurtuluş Savaşı hikâyeleri” olarak isimlendirebileceğimiz alt türü, “kurucu metin” olarak etkilemiştir.
Ateşten Gömlek
Kurtuluş Savaşı’nı konu alan romanlar bakımından ise ilk “Kurtuluş Savaşı anlatısı”, Hâlide Edip Adıvar’ın henüz savaş bitmeden yazılan ve yine savaş bitmeden yayımlanan Ateşten Gömlek romanıdır. Roman gazetede tefrika edildikten sonra 1923 yılında kitap olarak basılır. Ateşten Gömlek de “Kurtuluş savaşı romanları”nın kurucu metni olarak kabul edilir.
Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden Doç. Dr. Erol Köroğlu, 2013 yılında yayımlanan bir makalesinde Hâlide Edip’in Kurtuluş Savaşı anlatıları bakımından ardıllarına formül niteliğinde üç özelliği miras bıraktığını belirtir: Dönemin toplumsal ve siyasal koşullarını yansıtan bir psikolojik kriz durumu, toplumsal cinsiyetin sorunsal ele alınışı, kutsallaştırmaya yönelen bir anlatı üslubu.
Yine Köroğlu’nun da belirttiği gibi Kurtuluş Savaşı romanlarında benzer bir olay örgüsü izlenir: Örneğin metinler, İzmir’in ya da İstanbul’un işgali gibi bir felaketle açılır. Kahramanlar roman boyunca düşmanla savaşır ve hakiki ulusal özleri sayesinde hiç değişmezler. Milli Mücadele›nin kronolojisine uygun bir öykü takip edilir, bütünlüklü ve amaca uygun bir zaman çizelgesi oluşturmak adına bazı olaylar seçilip bazıları dışarıda bırakılır.
Yakup Kadri’nin ‘Yaban’ı
Çok bilinen Kurtuluş Savaşı romanlarından biri de yukarıda bahsettiğim Tetkik-i Mezalim Heyeti’nin üyelerinden Yakup Kadri’nin “Yaban”ıdır. İlk baskısı 1932 yılında yapılan Yaban, Millî Mücadele sırasında Orta Anadolu’da bir köyde geçer ve bu ortamda halkla aydınların ve aydınların kafasındaki hayal ile Anadolu’da karşılaştıkları gerçeğin çatışmasına da odaklanır. Romanı ilginç kılan detaylardan biri, açılışta aslında bu kitabı teşkil eden yazıların heyet tarafından “o viranelerde taşlar altında kömürleşmiş insan kemiklerini araştırırken arasından yırtılmış ve kenarları yanmış bir defter halinde bulunduğu”nun söylenmesidir. Bu kısım romana dâhil değilmiş hissi yaratsa da aslında gerçeklik hissini ve tanıklık durumunu kuvvetlendirmek için kurmacaya dâhil edilmiştir.
Bir felaket anlatısı
Yakup Kadri, heyetteki yazarların ortak olarak yayımladıkları “İzmir’den Bursa’ya” kitabında yer verdiği hikâyelerini daha sonra Milli Savaş Hikâyeleri isimli kitabına da almıştır. (Halide Edib’in bu kitaptaki hikâyeleri de daha sonra Dağa Çıkan Kurt’ta yayımlanır.) Milli Savaş Hikâyeleri, hiçbir kahramanlık ya da başarı söylemi; bir özveri ve kendini adamışlık nedeniyle öne çıkarılan, millî mücadeleyle dönüşen örnek bir karakter barındırmaz. Millî Savaş Hikâyeleri, zaferle bitmiş olan bu savaşı, bir mağlubiyet olan Balkan Savaşı’na da bağlayarak yalnızca savaşın kayıplarına yoğunlaştığından epik bir Kurtuluş Savaşı anlatısından çok bir yıkım ve felaket anlatısı olarak okunabilir.
Kitap iki bölümden oluşur. “Milli Savaş Hikâyeleri” isimli birinci bölümde ağırlıklı olarak Kurtuluş Savaşı, Ege’de işgal altındaki bölgelerde yaşayan köylüler; iki hikâyede ise Balkan Savaşı sırasında özellikle köylülerin çektiği eziyetler, yaşadığı felaketler anlatılır. Hikâyelerdeki felaket tanığı kahramanlar toprağını, malını mülkünü kaybeden aileler, ailesini kaybeden mazlum çocuklar, kocasını kaybeden kadınlar, oğlunu kaybeden anneler, tüm bunlar nedeniyle aklını kaybeden insanlardır.
Kitapta birinci bölümün sonunda bulunan “haşiye”de Yakup Kadri “Bu yazılar gerçek vak’alara müstenittir. Bunlar, açıktan açığa, doğrudan doğruya ‘Anadolu Hatıraları’ serlevhasiyle çıkabilirdi. Fakat, ben onların bazılarını kendi arzu ve muhayyileme göre değiştirmek ve canlandırmak zorunda kaldığım için hepsinin birden tamamıyla edebiyata mal olmalarını müreccah buldum” der. Kitaptaki hikâyelerde -biri hariç- doğrudan Tetkik-i Mezalim Heyeti’nden bahsedilmese de anlatıcı genellikle köyleri gezen resmî görevliler arasında yer alan biri olduğunu söyler. Dolayısıyla kitabın bir savaş anlatısı olmaktan çok, bir “mezalim” anlatısı olması da bu bilgilerle açıklanabilir.
Dikmen Yıldızı
Aka Gündüz’ün Dikmen Yıldızı isimli romanı da Milli Mücadele›yi konu alır. Romandaki Yıldız karakteri, Ateşten Gömlek’teki Ayşe ile benzerlik gösterir. Ayşe, bir İzmir kızı olarak işgal edilen İzmir’in simgesidir. Benzer şekilde Dikmen Yıldızı’nda da Yıldız, “İzmir kızı”dır ve güzelliğiyle “millî his” arasında bir ilişki kurulur.
Tarık Buğra’nın Küçük Ağa, Mehmet Rauf’un Halas, Peyami Safa’nın Süngülerin Gölgesinde romanları gibi geçmiş dönemlerde yayımlanmış olanlarının yanı sıra Turgut Özakman’ın Şu Çılgın Türkler gibi yakın dönemde yayımlanmış Kurtuluş Savaşı romanları da bulunuyor. Mustafa Necati, Mehmed Emin Yurdakul, Hakkı Süha, Ahmet Hikmet Müftüoğlu, Mustafa Nihad gibi yazarlar da bazıları dergilerde kalmış, bazıları kitaplaşmış hikâyelerinde Kurtuluş Savaşı’nı konu alır. Kurtuluş Savaşı anlatıları, bir bütün olarak farkları ve benzerlikleri ile ele alındığında, birbiri ile etkileşimli olarak okunduğunda ilginç bir tarih anlatısı sunar.
Yorgun Savaşçı
Kemal Tahir’in “Yorgun Savaşçı”sı da bir Kurtuluş Savaşı romanıdır. “Esir Şehir Üçlemesi”nde işgal altındaki İstanbul’da “millicileri” anlatan Kemal Tahir, bu romanında 1919-1920 yıllarında İstanbul’daki örgütlenmeyi, ardından da Anadolu’ya geçişle birlikte işgale karşı direnişi konu eder. Ancak romanda 1908’den itibaren tüm savaşlara değinilir; Yemen, Trablus, Sarıkamış, Kanal, Çanakkale, Galiçya cepheleri de anılır. Kurtuluş Savaşı’ndan önceki savaşlara değinilmesi Kurtuluş Savaşı anlatılarında gördüğümüz bir durumdur. Örneğin Ateşten Gömlek’te Çanakkale Savaşı’na dair göndermeler bulunurken Millî Savaş Hikâyeleri’nde doğrudan Balkan Savaşları da anlatılır.
Tanpınar’ın ayrışan romanı
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın 1950’de tefrika edilip 1973 yılında kitaplaşan Sahnenin Dışındakiler romanı da bu türdeki romanlardan farklı bir yerde dursa, bir “milli birlik ve beraberlik” destanı anlatmasa da Kurtuluş Savaşı anlatıları içinde yer alır. Erol Köroğlu “romanın belirsiz sonuna” dikkat çekerek şöyle der: “Milli Mücadele sonu en başından belli bir formül değil, çözümü belirsiz ve ancak karanlıkta el yordamıyla aranarak bulunmuş bir kriz dönemidir. İşte bu yorum üzerinden, Sahnenin Dışındakiler, öykü ya da olay örgüsü düzeylerinde değilse bile, ele aldığı olay ve döneme getirdiği yorum aracılığıyla tamamlanmış bir roman haline gelir. Tanpınar’ın bize sunduğu çözüm, Kurtuluş Savaşı anlatıları türünde olduğu gibi değil, tıpkı hayatta olduğu gibi yürümek ve yola çıkmaktır.”